Üstün Dökmen

“Babamın davranışlarını örnek aldım, annemin sözlerini.”

Kitaplarını okumaktan keyif aldığımız, televizyon programlarını heyecanla seyrettiğimiz, seminer ve konferanslarını ilgiyle dinlediğimiz Prof.Dr.Üstün Dökmen ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisi, mütevazi ve içten yaklaşımıyla tüm sorularımızı yanıtladı. Keyifli sohbetimizi sizlerle de paylaşıyoruz.

  

Funda Taşdemir :  Üstün Dökmen’ in kendini ait hissettiği alan neresi?

Üstün Dökmen :  Mesleğim Psikoloji. Psikolojik ve Eğitim. Psikoloji, Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim. Bu benim birinci mesleğim. İkinci mesleğim yazarlık. Yazarlıkta tiyatro, şiir ve roman var. Bazı büyüklerimizin ifadesiyle; roman, köprüden önce son çıkış. Ben artık roman’ a kaydım. Ben bir bilim insanıyım ama şimdi sanatla uğraşıyorum. Altı yaşındayken roman yazmaya karar verdim. Bir defteri doldurursan roman olur diye düşündüm. O romanında adı vardı : “Yalnızlığın Sonu”. Annem edebiyat hocasıydı. Fuzuli’ nin bir şiirini söyledi dedi ki : “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, gayet itibarsız olur.”  Bana dedi ki, altı yaşımda hatırlıyorum. Daha okuma yazma öğrenmemişim. Bir bilim öğren, onun üzerine sanatla uğraş dedi. Bir kere dedi ve ben bunu ciddiye aldım. Babamın davranışlarını örnek aldım, annemin sözlerini. Bilimle uğraştım. Liseyi bitirdim. Fizik ara lisans aldım. Fizikte okudum. Psikolojiyi bitirdim. Bilim insanı sanırım oldum. Pozitif Bilim’in bakış tarzıdır. Şimdi annemin sözünü yerine getirdim. Yaklaşık kırk yaşından itibaren de sanata yöneldim. Yani Bilim İnsanıyım galiba da sanatçıyım. Tiyatro yazarı, roman yazarı, şiir.

 

FT : Kişisel Gelişim?

ÜD : Kişisel Gelişim, Psikolojinin bir uzantısıdır. Birkaç psikolojik kitabım var. Çok sayıda bilimsel makalem var. Onlar geride kaldı. Kişisel Gelişim de onun bir uzantısı. Kişisel Gelişim’ i zannediyorum artık tamamladım. Bitti gibi. Yazmak istemiyorum, konferanslar veriyorum Kişisel Gelişim ile ilgili. Televizyon Programı, konferanslar. Ama asıl roman ve tiyatro. “Komşu Köyün Delisi” adlı tiyatrom, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda dört yüz yetmiş yedi kere uygulandı. Diğer amatör tiyatro topluluklarında da galiba yedi yüz’ e yaklaştı. Beğenildi. İyi bir eser oldu. Başka tiyatrolarım da var. “Ankara Destanı” adlı şiir kitabım var. Ankara üzerine yazılmış en uzun şiirdir. Dört yüz sayfa şiir. Ankara’ yı anlatıyor. Cumhuriyet’ i anlatıyor. Bu arada, satır arasında eşimi anlatıyor. Ankara kedilerini anlatıyor. Gelecekte daha da ilgi görmesini isterim. İstanbul üzerine çok şiir vardır. Ankara üzerine azdır. Belki, İstanbul ya da İzmir üzerine dört yüz sayfalık bir şiir yoktur. Ama Ankara için var.

 

Yedi romanım var. “Yorgun Heykel” son romanım. Yorgun Heykel’ in temel konusu : “İnsanlar barış içerinde yaşayabilirler mi?” Temel konusu; barış, kadın. Barış deyince akla öncelikle kadın geliyor. Fakir bir kasaba var. Bu, kurgu. Balkanlarda tarih boyunca çok savaş olmuştur. Neandertal insanın son göründüğü yer Balkanlar’dır. Yani bizim dedeler, neandertali yok etmiştir. Otuz bin yıl önce. Fakat bir kasaba var. Yalnız, bu bir kurgu. Bir hayal, benim hayalim. Bu kasabada insanlar huzur içerisinde yaşıyorlar. Farklı milletler, dinler ve mezhepler var. Kavga etmiyorlar. Ortadoks var. Katolik var. Sırp var. Türk var. Ermeni var. Moğol kökenli var. Dedelerinin kavgalarını sürdürmüyorlar. Kadınlar daha egemen. Aktif zihinsel açıdan. Birisi diyor ki; -bütün komşu kasabalardan şehirlerin ortasına, meydanda kahraman bir dedenin heykeli var. Eli kılıçlı bir dede. – Bizim niye yok?! Heyecanlanıyor. Hadi dikelim. Fakir bir kasaba. Yastık altlarında biriktirmiş üç beş kuruşları getiriyorlar. Belediye Başkanı’ na veriyorlar. Ama hangi dedenin heykeli?! Kimin dedesinin heykeli yapılacak söz konusu olduğunda, araları açılmaya başlıyor. Herkes kendi dedelerini istiyor. Sırp diyor, Sırp’lardan. Bulgar diyor, Bulgarlar’ dan. Türk diyor, Türkler’ den, Katolik diyor, Katalik’ ten. Biraz araları açılır gibi oluyor. Bir türlü karar veremiyorlar. Altı üstü eli kılıçlı bir dede. Yaşlı bir hanımefendi var. Eli kılıçlı dede şart mı? Eli kitaplı bir kadın yok mu? Kasabanın adı Sergen. Sonrada evet buluyorlar. Yaşlı bir Sergen. Hayatta değil. Sergen ile ilgili bir roman yazmış. Nar Nine’nin Sırrı diye. Hayatımın Sırrı diye. Onun heykelini yapıyorlar. Fotoğrafa bakıyorlar. Heykeltraş buluyorlar. Heykeli diktiriyorlar. Çok mutlu oluyorlar. İki üç gün geçiyor ayaklarından vidalamamışlar henüz. Vakit olmamış. Bir sabah uyanıyorlar heykel çalınmış. Mahvoldular. Yas içerisine girdiler. Bir kayıp olunca yas olur, depresyona girerler. Sonra yaşlı bilge bir    kadın : “-heykel gittiyse gitti ne yapalım. Yeni dikecek paramız yok. Biz heykel oluruz.” Sonra, herkes bir saat burada ayakta durmaya başlar. Liste yaptılar. Çok hoşlarına gitti. Çocuklar çıktılar mı inmiyorlar. İlla ben de çıkacağım. Sırayı dinlemiyor. 24 saat. Bir günde 24 kişi. Gece gündüz ayakta. Sırtında pelerin. Başında ufak bir taç. Elinde kitap. Sıcakta yoruluyorlar. Yorulunca oturalım diyorlar. Sandalye koyup oturuyorlar. Yorgun Heykel. Şimdi Yorgun Heykel kitabının kapsamıyla ilgili insanlık, insanlar geçmişteki kinleri öfkeleri savaşları hatırladıkça yorgun düşüyorlar. Senin deden benim dedemi öldürdü. Siz diyorsunuz ki yok senin deden benimkini öldürdü. Katolik ortadoksa kızgın, ortadoks katoliğe. Milletler, mezhepler dinler hatırlandıkça yorgun düşüyorlar. “Yorgun Heykel” ismi oradan geliyor. Neyse oturuyorlar. Bir iki gazeteci geliyor. Basından geliyorlar. Çok ilginç. Dünyada bu duyulmaya başlıyor. Önce bir iki otobüs, sonra akın akın turist gelmeye başlıyor. Bu heykeli görmek için. Otel yok. Lokanta yok. Acele Lokanta oluşturuyorlar. Otel yapmaya çalışıyorlar. Çok turist geliyor ve zengin oluyorlar. Kasaba zengin oluyor. Hak ediyorlar. Ancak, hayatta her şeyin bir bedeli var. Zenginliğin bedeli ne?! Zengin olunca çocuklarını uzak şehirlere, uzak ülkelere okumaya, eğitime gönderdiler. Gençler, para kazanan aileler eskiden gönderemiyorlardı. Kütüphanelerde okuyorlardı. Ama kültürlüdürler. Uzak şehirlere gidip, oralara yerleşmeye başladılar. Kasaba söndü. Sonuçta sadece Anya Hanım ile kocası kaldı. Onlarda günde bir saat heykel nöbetini sürdürürler. Bunu anlatıyor.

 

Bir hanımefendi kitapta bir cümlenin altını çizmişti. “Bazen eşyada kalite vardır. Bazen de davranışta kalite vardır. İkisinin bir araya gelmesi ender olur.” Yani, kalitenin lüks olması gerekmiyor, pahalı olması gerekmiyor ama bir köy evi kaliteli olabilir. Ya da çok zengin evi kalitesiz döşenmiştir. Bazen eşyada, bazen davranışta kalite vardır. İkisinin olması enderdir. Hanımefendi onu beğenmiş.

 

FT : Romanlarınızı psikolojiyle birleştiriyorsunuz?

ÜD: Temelde psikoloji var ama ön sayfada psikoloji olmamasına özen gösteriyorum.

 

FT : Gençlerimize iletişim konusunda neler söyleyebiliriz?

ÜD : Her çağda sorun vardı. Radyo ilk çıktığında,  Woody Allen’ in bir filmi var. “Radyo Günleri”. Sürekli radyo dinliyor. Beyni sulanacak, radyonun dibinde. Ses, ses. Televizyon çıktı 1970’lerde. Hatırlarız biz. 1960’ ların sonunda. Tele misafirler vardı. Bayrak törenine kadar izlerdik. Dediler ki TV, aile fertleri arasında birliği beraberliği bozuyor. Aile fertleri oturup, sohbet etmiyorlar. Hepsi paralel bir şekilde oturup TV seyrediyor. İnternet çıktı. İnternet zararlı. Her yeni gelişmeyi insanlar zararlı olarak görüyorlar. Ama bu kaçınılmaz. İnternet olacak. 1990’ dan bu yana var. İnternetsiz bir dünya, akla ziyan bir şey. Olacak. İletişimi azaltabilir. Fakat, her zehrin bir panzehri vardır. Bünye kendi içerisinde bunu telafi edecektir. Roman okusunlar. Kaliteli filmler izlesinler. Nuri Bilge Ceylan’ nın filmlerini izlesinler. Dostoyevski’ yi, Victor Hugo’yu izlesinler, okusunlar. Şener Şen’ in filmlerini izlesinler. Belki bir kişisel gelişim kitabından çok roman, film, tiyatro geliştirir. Bir de pozitif bilime sadık olmak gerekiyor. Pozitif Bilim’i çok iyi bilmeniz gerekmiyor. Fizik’ i Kimya’ yı bilemezsiniz ama pozitif bilim mantığına sahip kişi, birde sanatla uğraşıyorsa, şöyle söyleyeyim asıl cümle, pozitif bilim mantığına sahip olan bir kimse sanatın şu ya da bu dalıyla ilgileniyorsa bir de spor yapıyorsa, bu genç toplum için gelecekte çok yararlı olacaktır. Önü açık olacaktır. Herhangi bir sanat. Bu tiyatro olur. Müzik olur. Ama, kaliteli müzik. Opera olur. Roman olur. Sanatla uğraşacak. Pozitif Bilim mantığına sahip olacak. Edebiyat tarihine bakın, pozitif bilim mantığına sahip olanlar büyük edebiyatçı olmuştur. Gözlem yapıyor. Yaşar Kemal, pozitif bilimden anlamazdı. Ne bilsin. Ortaokulu bitirmemiş galiba. Yani lise okumamış. Bilmiyor ama gözlem yapıyor. Gözlem demek, pozitif bilim demektir. Akıl yürütüyor. Sanatçı, akıl yürütür. Beethoven bilimden hiç anlamazdı. Ama duanın seslerini çok iyi dinlemiş, özümsemiş, içselleştirmiş. Pozitif bilim mantığına sahip gençler, artı sanatla uğraşsınlar, artı bir sporu hafifçe yapsınlar, profesyonelce değil. Yani yapsın, bir şeyler yapsın. Ben yürüyorum. Her gün kırk dakika yürüyorum. Hep yürüdüm. Gençken de yürüdüm. Bunun dışında, ister fizikçi olmuş, ister siyasetçi olmuş, ister tüccar olmuş önemli değil.

 

FT : Önceden Kişisel Gelişim Uzmanı ünvanı vardı. Şimdi Yaşam Koç’ u ünvanı çok fazla var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ÜD : Şimdi Koç’ ların aleyhine bir şey söylersem, siz de yazarsanız, size, sonrada bana kızarlar mı?

İnternete girip, psikiyatrist psikiyatri sayfasına bakarsanız sanırım az sayıda sayfa var. Psikoloji sayfasına bakarsanız az sayıda sayfa var ama yaşam koçu sayfasına girerseniz onların belki otuz katı. Şimdi, Psikiyatrinin kendini ispatlamaya ihtiyacı yok. Psikolojinin ispatlamaya ihtiyacı yok. Ama, demek ki ihtiyacı olan kendini daha çok anlatmak istiyor. Şu anda bilmiyorum. Bir sene kadar önce yaşam koçu sayfasına baktığımda, darılmasınlar lütfen, yani kimsenin ekmeğine engel olmak istemeyiz tabi ama yaşam koçu’ na baktığımda diyordu ki, inanılmaz bir cümle. Psikoloji, insanların geçmişiyle ilgilenir. Yaşam koç’ u bugün ve gelecekle ilgilenir. Bu saçma. Psikolojiyi bilmiyor. Bilgisiz. Psikoloji, hiçbir zaman insanların sadece geçmişiyle ilgilenmemiştir. Öyle zannediyorlar. Freud’ u zannediyor. Freud, çocukluk anılarınızı soruyor ama şu anki dil sürçmelerinize de bakıyor. Diliniz sürçtü, niye sürçtü. Şu anda transferans oldu yani ana babaya yönelik duyguları siz Freud’ a yönelttiniz. Hımm bunun altını çiziyorum. Psikolojinin birçok yaklaşımı var. Psikolojiyi bilmiyorlar. Yani, bir yaşam koçu psikolojiyi bilmeden internete onu yazmış. Psikolojide, bilişsel davranış yaklaşımı var. Bugününüzle ilgilenir. Geleceğinizi planlar. Hatalı düşüncenizi nasıl düzelteceğinizi size öğretir. Cümlelerinizi düzeltir. Ben asla başaramayacağım dersiniz psikoloğa, oradan bir süre sonra çıktığınızda ben bazı işleri başarabilirim, bazılarını başaramayabilirim diye çıkarsınız. Şimdi psikoloji geçmişle ilgilenir, biz insanların bugünüyle ilgileniyoruz. Bu yanlış, çok yanlış. Üstelik, lisansı psikoloji olmayanın bu yaşam koçluğu yapmasına da uygun bulmuyoruz biz psikologlar. Biz yaşam koçu, o batı tarzı yani, bu kısa süre satan bir tarz. Saman alevi gibi. Bugün yaşam koçu var. Bir zaman bu vardı. Ondan önce bu vardı. Böyle işte moda. Yani, moda yaklaşımı yaşam koçu. Psikolojinin modası yoktur. Geçmez. Psikiyatri, moda değildir.

 

 

 

FT: Kişisel Gelişim uzmanlığı da aynı kategoride midir?

ÜD : Kişisel Gelişim Uzmanlığı da bir anlamda öyle. Kişisel Gelişim’ i psikologlar çıkardılar dünyada. Niçin çıkardık ama bak. Psikoloji baktı ki, psikolojiyi, psikolojiyle ilgilenmeyenlere kaptırıyor, yahu bari bizde yapalım dediler dünyada. Pozitif psikoloji ortaya çıktı. Pozitif psikoloji iyidir. Bir yaklaşım. Kişisel gelişimi eğer bir psikolog yapıyorsa, yani buna bencillik denebilir, psikolog kişisel gelişimle uğraşıyorsa, psikiyatrist uğraşıyorsa eyvallah. Ama bir işletmeci, avukat, mühendis kişisel gelişimle uğraşıyorsa yanlıştır. Psikologlar gidip, yani ne bileyim ben makine tamiri konularında seminerler vermiyorlar. Kişisel gelişimi, psikolog danışman yapıyorsa, eyvallah. Ama herhangi bir konuda mesleği var. İki ay üç ay eğitim almış o yapıyor bu ciddi bir şey değildir. Zarar verebilir insanlara.

 

Ayrıca, astroloji diye de bir şey yoktur. Pozitif bilimde Astroloji sıfırdır. Astroloji, sabun köpüğü bile değildir. Çünkü, sabun köpüğünde beş on molekül vardır. Astrolojide hiç molekül yoktur. İkna olmayanlar, İstanbul Kültür Üniversitesi’ nin bir kitabı var. “Astroloji Çürütüldü” diye. Onu okusunlar. Piyasada var. Yüz doksan iki bilim insanı Nobel kazananlar dahil. Astroloji’ nin olmadığı, tamamen yalan olduğu o kitapta anlatılıyor. Yani onlar ağır geliyorsa, benim yazılarımı okusunlar. Astroloji diye bir şey yoktur. Miyase’nin Kuzuları’ nı okusunlar.

 

FT: Üstün hocam çok teşekkür ediyoruz verdiğiniz bilgiler için.

 

ÜD : Sizlere, ülkeme ve bütün insanlara esenlikler diliyorum.